İlmü’l-ebdan mı İlmü’l-edyan mı? 20. Yüzyılın başlarında Kafkasya matbuatında dini ve dünyevi ilimler üzerine bir tartışma Ilmu’l-ebdan or Ilmu’l-edyan? A discussion on religious and secular sciences in the early 20th century Caucasus publications Ильму’л-эбдан или Ильму’л-эдъян? Дискуссия о религиозных и светских науках в кавказской прессев начале 20 века İlmü’l-ebdan mı İlmü’l-edyan mı? 20. Yüzyılın başlarında Kafkasya matbuatında dini ve dünyevi ilimler üzerine bir tartışma
Xülasə
19. Asrın ikinci yarısı ve 20. Asrın başlarında Rusya Müslümanları arasında önemli tartışmalardan birisi eğitim kurumlarında okutulacak derslerin hangileri olması konusundaydı. Bazı yenilikçi aydınlar geleneksel eğitim kurumlarındaki dini derslere ağırlık veren anlayışı eleştirmekte ve bu kurumlarda dünyevi derslere de yer verilmesini savunmaktaydı.
“Rusya Müslümanları arasında fen bilimlerinin mektep ve medreselerin ders programlarına girmesine dair ilk çabalardan birisi Şehabeddin Mercani (1818-1889) tarafından başlatılmıştır. Akıl-vahiy ilişkisi konusunda, “şeriat hikmeti yalanlamaz” ilkesini koyan Mercani, bu görüşünü, ilk İslam ulemasının fen bilimlerine hizmetlerinden yola çıkarak temellendirip öğrencilerine anlatmaktaydı. Dolayısıyla ona göre din ile ilim birdir ve mektep ve medreselerde bunları okutmanın hiçbir mahsuru yoktur. Benzer görüşler onun öğrencileri olan; Hüseyin Feyzihani, Abdülhabir Muslimi, Abdulallam Feyizhanoğlu ve onlardan sonra gelen diğer cedidciler tarafından yoğun bir şekilde savunulmuştur.”
Rusya Müslümanları arasında Kazan merkezli bu tartışmaların diğer ayağı da Azerbaycan Türkleri arasında “Bize Hansı [hangi] İlimler Lazımdır?” başlığı altında dönemin matbuat sayfalarında genişçe tartışılmıştır. Konumuz itibariyle ele aldığımız 1907’lerdeki tartışmalardan önce 1875’lerde “İlmü’l-ebdan” ve “İlmü’l-edyan” tartışmaları, Kafkasya Şeyhülislamı Ahmet Hüseyinzade, gazeteci Hasan Bey Zerdabi ve diğer fikir adamlarının da katılımıyla Ekinci gazetesinin sütunlarında tartışılmıştır.
19. asrın son çeyreğinde tartışılan İlmü’l-ebdan ve ilmü’l-edyan tartışması Bakülü din bilginlerinden Ebu Turab Ahundoğlu’nun Hayat gazetesinde “Bize Hansı [hangi] İlimler Lazımdır?” başlıklı yazısıyla 20. asrın başlarında tekrar tartışılmaya başlanmıştır.
Ebu Turab, yazısında medeniyete ulaşmada şeriat ilimlerinin yeterli olacağını, ancak dünyevi ilimlerde yüksek dereceye ulaşıpta diyanet-i İslamiye’den nasip almamış olanların medeniyete ulaşmalarının mümkün olmadığını savunmuştur. Ona göre dünyevi ilimlerin öğrenilmesinde İslam dini açısından bir sakınca yoktur. Ama öncelik dini ilimlere verilmelidir ve ancak dini ilimleri
öğrendikten sonra dünyevi ilimleri öğrenmek gerekir. Bu şekilde olursa dünyevi ilimler insan için fazilet sayılacaktır.
Ebu Turab’ın ilk olarak Hayat gazetesinde yayımladığı bu yazısı dönemin aydınları arasında geniş yankı bulmuş ve çeşitli cevaplar yazılmıştır. Bu cevaplardan birisi aynı gazetenin başyazarlarından olan Ali Bey Hüseyinzade’nindir. Hüseyinzade, Ebu Turab’ın bazı fikirlerine katıldığını belirtmiş olsa da, onun dünyevi ilimlere karşı takındığı olumsuz tavrını yumuşak bir dille eleştirmiş, hem dini hem de dünyevi ilimlerin öğrenilmesinin gerektiğini ve bu ikisinin birbirini tamamladığını belirtmiştir.
Ebu Turab’ın bu yazısına verilen en kapsamlı ve eleştiri niteliği taşıyan yazılardan birisi Ömer Faik tarafından yazılmıştır. O, Ebu Turab’ın yazısında ileri sürdüğü iddiaları teker teker ele almış ve eleştirmiştir. Ömer Faik, ilk önce hadislerde geçen “utlubu’l-ilme” ifadesindeki “ilim” kelimesinden maksadın, Ebu Turab’ın savunduğu gibi şeriat ilmi değil ulûm-u akliye olduğunu belirtmiştir. Ona göre eğer Hz. Peygamber, hadislerde ifade ettiği “ilim”den şeriat ilimlerini kastetmiş olsaydı burada “utlubu’l-fıkh” ifadesini kullanırdı. Çünkü Ömer Faik’e göre, dini ıstılahta ilm-i şeriate “ilm-i fıkıh”, genel olarak bilmeye de “ilim” denilmektedir.
Ömer Faik, Ebu Turab’ın ulûm-i akliyeyi göz ardı ederek şeriat ilimlerine öncelik vermesini eleştirerek Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması için şeriat ilimlerinden ziyade ulûm-i akliyeye ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir. Ona göre, Kur’an’ın akaid ahkâmına ait ciheti o kadar sade ve sahihdir ki onu öğrenmek için o kadar uzun vakit ve zahmete ihtiyaç yoktur. Ama Kur’an’ın ilm-i ruha, tarihe, hikmete, usul-i maişete, kısaca ulum-i akliyeye mahsus yerleri o kadar kapalı, çetin, tefsir ve şerhe muhtaçtır ki, bunları bilmek hakikatte çok zahmete ve vakte muhtaçtır.
“Rusya Müslümanları arasında fen bilimlerinin mektep ve medreselerin ders programlarına girmesine dair ilk çabalardan birisi Şehabeddin Mercani (1818-1889) tarafından başlatılmıştır. Akıl-vahiy ilişkisi konusunda, “şeriat hikmeti yalanlamaz” ilkesini koyan Mercani, bu görüşünü, ilk İslam ulemasının fen bilimlerine hizmetlerinden yola çıkarak temellendirip öğrencilerine anlatmaktaydı. Dolayısıyla ona göre din ile ilim birdir ve mektep ve medreselerde bunları okutmanın hiçbir mahsuru yoktur. Benzer görüşler onun öğrencileri olan; Hüseyin Feyzihani, Abdülhabir Muslimi, Abdulallam Feyizhanoğlu ve onlardan sonra gelen diğer cedidciler tarafından yoğun bir şekilde savunulmuştur.”
Rusya Müslümanları arasında Kazan merkezli bu tartışmaların diğer ayağı da Azerbaycan Türkleri arasında “Bize Hansı [hangi] İlimler Lazımdır?” başlığı altında dönemin matbuat sayfalarında genişçe tartışılmıştır. Konumuz itibariyle ele aldığımız 1907’lerdeki tartışmalardan önce 1875’lerde “İlmü’l-ebdan” ve “İlmü’l-edyan” tartışmaları, Kafkasya Şeyhülislamı Ahmet Hüseyinzade, gazeteci Hasan Bey Zerdabi ve diğer fikir adamlarının da katılımıyla Ekinci gazetesinin sütunlarında tartışılmıştır.
19. asrın son çeyreğinde tartışılan İlmü’l-ebdan ve ilmü’l-edyan tartışması Bakülü din bilginlerinden Ebu Turab Ahundoğlu’nun Hayat gazetesinde “Bize Hansı [hangi] İlimler Lazımdır?” başlıklı yazısıyla 20. asrın başlarında tekrar tartışılmaya başlanmıştır.
Ebu Turab, yazısında medeniyete ulaşmada şeriat ilimlerinin yeterli olacağını, ancak dünyevi ilimlerde yüksek dereceye ulaşıpta diyanet-i İslamiye’den nasip almamış olanların medeniyete ulaşmalarının mümkün olmadığını savunmuştur. Ona göre dünyevi ilimlerin öğrenilmesinde İslam dini açısından bir sakınca yoktur. Ama öncelik dini ilimlere verilmelidir ve ancak dini ilimleri
öğrendikten sonra dünyevi ilimleri öğrenmek gerekir. Bu şekilde olursa dünyevi ilimler insan için fazilet sayılacaktır.
Ebu Turab’ın ilk olarak Hayat gazetesinde yayımladığı bu yazısı dönemin aydınları arasında geniş yankı bulmuş ve çeşitli cevaplar yazılmıştır. Bu cevaplardan birisi aynı gazetenin başyazarlarından olan Ali Bey Hüseyinzade’nindir. Hüseyinzade, Ebu Turab’ın bazı fikirlerine katıldığını belirtmiş olsa da, onun dünyevi ilimlere karşı takındığı olumsuz tavrını yumuşak bir dille eleştirmiş, hem dini hem de dünyevi ilimlerin öğrenilmesinin gerektiğini ve bu ikisinin birbirini tamamladığını belirtmiştir.
Ebu Turab’ın bu yazısına verilen en kapsamlı ve eleştiri niteliği taşıyan yazılardan birisi Ömer Faik tarafından yazılmıştır. O, Ebu Turab’ın yazısında ileri sürdüğü iddiaları teker teker ele almış ve eleştirmiştir. Ömer Faik, ilk önce hadislerde geçen “utlubu’l-ilme” ifadesindeki “ilim” kelimesinden maksadın, Ebu Turab’ın savunduğu gibi şeriat ilmi değil ulûm-u akliye olduğunu belirtmiştir. Ona göre eğer Hz. Peygamber, hadislerde ifade ettiği “ilim”den şeriat ilimlerini kastetmiş olsaydı burada “utlubu’l-fıkh” ifadesini kullanırdı. Çünkü Ömer Faik’e göre, dini ıstılahta ilm-i şeriate “ilm-i fıkıh”, genel olarak bilmeye de “ilim” denilmektedir.
Ömer Faik, Ebu Turab’ın ulûm-i akliyeyi göz ardı ederek şeriat ilimlerine öncelik vermesini eleştirerek Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması için şeriat ilimlerinden ziyade ulûm-i akliyeye ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir. Ona göre, Kur’an’ın akaid ahkâmına ait ciheti o kadar sade ve sahihdir ki onu öğrenmek için o kadar uzun vakit ve zahmete ihtiyaç yoktur. Ama Kur’an’ın ilm-i ruha, tarihe, hikmete, usul-i maişete, kısaca ulum-i akliyeye mahsus yerleri o kadar kapalı, çetin, tefsir ve şerhe muhtaçtır ki, bunları bilmek hakikatte çok zahmete ve vakte muhtaçtır.
In the second half of the 19th century and early 20th century, the lessons to be taught at school constituted the subject of the important debates among the Russian Muslims. Some intellectuals criticized religious instruction at educational institutions and advocated the inclusion of worldly classes in these institutions.
One of the earliest efforts to introduce the science into the curriculum of schools and madrasas among Russian Muslims was initiated by Shahabeddin Merjani (1818-1889). Merjani, who puts the principle that: Shariah cannot deny wisdom, based his views on the natural sciences of the first Islamic scholars and told his students. According to him, religious knowledge is only one and there is not any problem in teaching it at school. Similar views were strongly advocated by his students; Huseyin Feyzihani, Abdulhabir Muslimi, Abdulallam Feyizhanoghlu and other cedidists who came after them.
The other part of these Kazan-based debates among the Muslims of Russia has been widely discussed among the Azerbaijani Turks under the title “Which sciences do we need?”. These topics were discuissed before 1907s in Ekincijournal in 1875s by Ahmet Hüseyinzade and Hasan Bey Zerdabi with the titlle: “İlmü’l-ebdan” and “İlmü’l-edyan”.
In the last quarter of the 19th century, the discussion of Ilmu’-ebdan and ilmu’edyan began to be discussed again in the early 20th century in Hayat journal with the article titled “Which sciences do we need?” by Abu TurabAhundoğlu, one of the religious scholars of Baku.
In his article, Abu Turab argued that the sciences of Shariah would be sufficient to reach civilization, but it was not possible for those who had not received a high degree in the worldly sciences and who had not received the prayer from Islam. According to him, learning the worldly sciences is not a drawback in terms of Islam. But priority should be given to religious sciences and only after learning religious sciences the worldly sciences are to be learned. In this way, worldly sciences will be regarded as virtue for man.
This article by Abu Turab, first published in Hayat newspaper, has received wide repercussions among the intellectuals of the period and various answers have been written. One of these answers was by Ali Bey Hüseyinzade, one of the chief writers of the same newspaper. Although Husseinzadeh stated thathe joined some of Abu Turab’s ideas, he softly criticized his negative attitude towards worldly science and stated that it was necessary to learn both religious and worldly sciences and that these two complemented each other.
The most comprehensive and critical answer for the article by Abu Turab, was written by Omar Faik. He handled and criticized the allegations made by Abu Turab. Omar Faik, first of all expressed that: “utlubu’l-ilme” expression in the hadiths stated that the purpose of “ilim” is not as sharia science but “ulûm”. According to Omar Faik, If the Prophet had meant by the “science“which is expressed in the hadiths, the sharia sciences, he would use the expression “utlubu”l-fiqh”. Because, according to Omar Faik, religious denomination ilm-i sharia mean ilm-ifıqh, in general call to knowledge.
Omar Faik, ignoring Abu Turab’sulum-iakliye and criticizing his preference for shariah sciences expressed that for the understanding of Kur’an-iKerim there was a need for ulum-iakliye rather than sharia sciences. That’s why there is no need for a long time and effort to learn it as the aspect belonging to Kur’an’salaidahkam is very simple and precise. But som places of Kur’an science pertaining to soul, history, wisdom, household, in short wordly science are so closed, difficult, and need interpretation, that learning them really consumes a lot of time and effort.
One of the earliest efforts to introduce the science into the curriculum of schools and madrasas among Russian Muslims was initiated by Shahabeddin Merjani (1818-1889). Merjani, who puts the principle that: Shariah cannot deny wisdom, based his views on the natural sciences of the first Islamic scholars and told his students. According to him, religious knowledge is only one and there is not any problem in teaching it at school. Similar views were strongly advocated by his students; Huseyin Feyzihani, Abdulhabir Muslimi, Abdulallam Feyizhanoghlu and other cedidists who came after them.
The other part of these Kazan-based debates among the Muslims of Russia has been widely discussed among the Azerbaijani Turks under the title “Which sciences do we need?”. These topics were discuissed before 1907s in Ekincijournal in 1875s by Ahmet Hüseyinzade and Hasan Bey Zerdabi with the titlle: “İlmü’l-ebdan” and “İlmü’l-edyan”.
In the last quarter of the 19th century, the discussion of Ilmu’-ebdan and ilmu’edyan began to be discussed again in the early 20th century in Hayat journal with the article titled “Which sciences do we need?” by Abu TurabAhundoğlu, one of the religious scholars of Baku.
In his article, Abu Turab argued that the sciences of Shariah would be sufficient to reach civilization, but it was not possible for those who had not received a high degree in the worldly sciences and who had not received the prayer from Islam. According to him, learning the worldly sciences is not a drawback in terms of Islam. But priority should be given to religious sciences and only after learning religious sciences the worldly sciences are to be learned. In this way, worldly sciences will be regarded as virtue for man.
This article by Abu Turab, first published in Hayat newspaper, has received wide repercussions among the intellectuals of the period and various answers have been written. One of these answers was by Ali Bey Hüseyinzade, one of the chief writers of the same newspaper. Although Husseinzadeh stated thathe joined some of Abu Turab’s ideas, he softly criticized his negative attitude towards worldly science and stated that it was necessary to learn both religious and worldly sciences and that these two complemented each other.
The most comprehensive and critical answer for the article by Abu Turab, was written by Omar Faik. He handled and criticized the allegations made by Abu Turab. Omar Faik, first of all expressed that: “utlubu’l-ilme” expression in the hadiths stated that the purpose of “ilim” is not as sharia science but “ulûm”. According to Omar Faik, If the Prophet had meant by the “science“which is expressed in the hadiths, the sharia sciences, he would use the expression “utlubu”l-fiqh”. Because, according to Omar Faik, religious denomination ilm-i sharia mean ilm-ifıqh, in general call to knowledge.
Omar Faik, ignoring Abu Turab’sulum-iakliye and criticizing his preference for shariah sciences expressed that for the understanding of Kur’an-iKerim there was a need for ulum-iakliye rather than sharia sciences. That’s why there is no need for a long time and effort to learn it as the aspect belonging to Kur’an’salaidahkam is very simple and precise. But som places of Kur’an science pertaining to soul, history, wisdom, household, in short wordly science are so closed, difficult, and need interpretation, that learning them really consumes a lot of time and effort.
Во второй половине XIX века и в начале XX века среди мусульман России одним из важных проблем был вопрос о том, какую учебную программу следовало бы преподавать в учебных заведениях. Некоторые просвещенные интеллектуалы критиковали понимание религиозного обучения в традиционных учебных заведениях и выступали за включение светской программы в эти учреждения.
“Одна из самых ранних попыток ввести естественные науки в школьную программу и медресе среди мусульман России была инициирована Шехабеддином Меркани (1818-1889). Меркани, который придерживается принципа, что «шариат не может отрицать мудрость» основывал свои взгляды на естественных науках первых исламских ученых и объяснял их своим ученикам. Таким образом, по его мнению, наука и религия одно целое, и нет никаких проблем с обучением их в медресе. Схожие взгляды поддерживали его ученики; Абдулхабир Муслими, Абдулаллам Фейижаноглу, Хусейн Фейзихани и други последователи, которые были после них.”
Другая часть этих казанских дискуссий среди мусульман России широко обсуждалась также среди азербайджанских турок на печатных страницах того периода под названием «Какая наука нам нужна?».
Дискуссии «Ильму-эль-Эбдан» и «Ильму-эль-Эдян» в 1875-х годах, которые также относятся к данной теме, обсуждались на страницах газеты «Экинджи» с участием журналиста Хасана Бея Зердаби, Ахмеда Хусейнзаде, шейх аль-Ислам Кавказа и другими интеллектуалами.
Дискуссии «Ильму-эль-Эбдан» и «Ильму-эль-Эдян», которые относились к последней четверти 19-го века стали снова обсуждаться в начале 20-го века в статье под названием «Какая наука нам нужна?»
В своей статье Абу Тураб утверждал, что шариатских наук будет достаточно для достижения цивилизации. Но этого будет достаточно для тех, кто получил высокой степень естественных науках и не получил исламского образования. По его словам, изучение естественных наук не является недостатком с точки зрения ислама. Но приоритет должен быть отдан религиозным наукам, и только после изучения религиозных наук
можно изучать естественные науки. Таким образом, естественные науки будут считаться добродетелью для человека.
Эта статья Абу Тураба, впервые опубликованная в газете «Хаят», получила широкий резонанс среди интеллектуалов того времени, и были написаны различные ответы. Одним из этих ответов является ответ Али Бея Хусейнзаде, главного автора этой же газеты. Хотя Хусейнзаде заявил, что присоединился к некоторым идеям Абу Тураба, он мягко раскритиковал его негативное отношение к естественным наукам. Он заявил, что следует изучать как религиозные, так и естественные науки, так как они дополняют друг друга.
Омер Фаик один за другим обсуждал и критиковал заявления Абу Тураба. Он заявил, что выражение в хадисах «утлубу-ильме», то есть слово «ильм» не является шариатским учением, как указывал Абу Тураб, а связан с разумом. По его словам, если бы Пророк имел в виду учение шариата из слова «ильм», которую он выразил в хадисах, то здесь он использовал бы выражение «утлубу-фикх». Потому что, согласно Омару Фаику, в религиозной терминологии ильм-и-шариат это есть илм-и-фикх, а общее знание называется «ильм».
Омер Фаик раскритиковал тот факт, что Абу Тураб уделял приоритетное внимание наукам шариата, игнорируя общенациональную риторику и заявил, что для понимания Корана необходимо разумное учение, а не просто науки шариата. По его словам, аяты Корана настолько просты и понятны, что не нужно много времени и усилий, чтобы их выучить. Но темы, которые связанные с историей, философией, вкратце говоря с рациональными учениями настолько закрыты, что необходимо много времени и усилий для их полного и правильного изучения.
“Одна из самых ранних попыток ввести естественные науки в школьную программу и медресе среди мусульман России была инициирована Шехабеддином Меркани (1818-1889). Меркани, который придерживается принципа, что «шариат не может отрицать мудрость» основывал свои взгляды на естественных науках первых исламских ученых и объяснял их своим ученикам. Таким образом, по его мнению, наука и религия одно целое, и нет никаких проблем с обучением их в медресе. Схожие взгляды поддерживали его ученики; Абдулхабир Муслими, Абдулаллам Фейижаноглу, Хусейн Фейзихани и други последователи, которые были после них.”
Другая часть этих казанских дискуссий среди мусульман России широко обсуждалась также среди азербайджанских турок на печатных страницах того периода под названием «Какая наука нам нужна?».
Дискуссии «Ильму-эль-Эбдан» и «Ильму-эль-Эдян» в 1875-х годах, которые также относятся к данной теме, обсуждались на страницах газеты «Экинджи» с участием журналиста Хасана Бея Зердаби, Ахмеда Хусейнзаде, шейх аль-Ислам Кавказа и другими интеллектуалами.
Дискуссии «Ильму-эль-Эбдан» и «Ильму-эль-Эдян», которые относились к последней четверти 19-го века стали снова обсуждаться в начале 20-го века в статье под названием «Какая наука нам нужна?»
В своей статье Абу Тураб утверждал, что шариатских наук будет достаточно для достижения цивилизации. Но этого будет достаточно для тех, кто получил высокой степень естественных науках и не получил исламского образования. По его словам, изучение естественных наук не является недостатком с точки зрения ислама. Но приоритет должен быть отдан религиозным наукам, и только после изучения религиозных наук
можно изучать естественные науки. Таким образом, естественные науки будут считаться добродетелью для человека.
Эта статья Абу Тураба, впервые опубликованная в газете «Хаят», получила широкий резонанс среди интеллектуалов того времени, и были написаны различные ответы. Одним из этих ответов является ответ Али Бея Хусейнзаде, главного автора этой же газеты. Хотя Хусейнзаде заявил, что присоединился к некоторым идеям Абу Тураба, он мягко раскритиковал его негативное отношение к естественным наукам. Он заявил, что следует изучать как религиозные, так и естественные науки, так как они дополняют друг друга.
Омер Фаик один за другим обсуждал и критиковал заявления Абу Тураба. Он заявил, что выражение в хадисах «утлубу-ильме», то есть слово «ильм» не является шариатским учением, как указывал Абу Тураб, а связан с разумом. По его словам, если бы Пророк имел в виду учение шариата из слова «ильм», которую он выразил в хадисах, то здесь он использовал бы выражение «утлубу-фикх». Потому что, согласно Омару Фаику, в религиозной терминологии ильм-и-шариат это есть илм-и-фикх, а общее знание называется «ильм».
Омер Фаик раскритиковал тот факт, что Абу Тураб уделял приоритетное внимание наукам шариата, игнорируя общенациональную риторику и заявил, что для понимания Корана необходимо разумное учение, а не просто науки шариата. По его словам, аяты Корана настолько просты и понятны, что не нужно много времени и усилий, чтобы их выучить. Но темы, которые связанные с историей, философией, вкратце говоря с рациональными учениями настолько закрыты, что необходимо много времени и усилий для их полного и правильного изучения.