Birlikte Yaşamı Mümkün Kılan Temel İnsan Nitelikleri Bağlamında Bir Değerlendirme Birlikte Yaşamı Mümkün Kılan Temel İnsan Nitelikleri Bağlamında Bir Değerlendirme
Xülasə
İnsan kavramı, insana özgü temel niteliklerin bütününü bünyesinde barındırır. Konuşan, düşünen, bilen, irade ortaya koyan, öngören, değerlerle ilgili olan, sanat yapan gibi temel insan nitelikleri insan kavramının kapsamı içerisindedir. Bilimsel toplantımızın ana konusu “birlikte yaşama” olduğu için bu çalışmamızda birlikte yaşama konu olan ve birliktelik ya da karşılıklılık bildiren temel insan eylemlerini ön plana çıkardık. Bu tür eylemleri, felsefi antropoloji bağlamında, insanın varlık bütünlüğü içerisinde ve diğer insan nitelikleriyle de ilişkili olarak konuşan, seven, eğiten ya da eğitilen ve devlet kuran olmak üzere başlıca dört başlık altında inceledik.
İnsan ancak dili sayesinde başka insanlarla ilişki kurar; gördüğü, bildiği, düşündüğü, hissettiği, anladığı her şeyi başka insanlara dil ile bildirir. Bizler toplumların dünya görüşlerini ve kültürlerini dil yardımıyla tanırız. Dilin yanısıra sevgi de insan eylemlerini yöneten değerlerden biridir. Sevgi, bünyesinde iki temel eylemi barındırır: isteme ve kendini bir şeye verme. İnsan ve başkası arasındaki sevginin çeşitli türleri vardır. Bunun ilk basamağı da insanın kendi cinsinden olan varlıklara sevgisidir.
Eğitime gelince, tarihsel bir varlık olarak insanın ortaya koyduğu başarılar eğitim yoluyla kuşaktan kuşağa devredilir ve devralınır. Her kuşak böyle başarılar dünyası içinde yetişir, gelişir ve kendisi de onlara yenilerini katar. Eğer çağın düşünce dünyasında doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık egemense o zaman o toplumda böyle insanların örnekliği saygınlık kazanır. Fakat çağın düşünce dünyası bozulmuşsa bu durumda aldatma, kayırma ve tembellikle tanınan insanlar topluma örnek olur ve olumlu olan örnekler gündemin dışında kalır. Devlet ise insanların oluşturduğu en genel birlikte yaşama organizasyonudur. Devlet belli bir halkın bir aktivite, bir düzen formudur. Devletin temeli insanın iyiye ve kötüye yatkınlığı olan iki kutuplu bir varlık olmasına dayanır. Eğer insan yalnız kötü ya da yalnız iyi olsaydı o zaman devletin varlığına gerek kalmazdı. Birinci halde insan kötü olanı kötü olduğu için yapan şeytani bir varlık olurdu ve böyle bir insanın hareketlerini dizginlemek mümkün olmazdı. İkinci halde ise insan kavgasız, gürültüsüz, çatışmasız yaşardı. İnsanın bu iki kutuplu doğasını göz önüne alan devlet yazılmış veya yazılmamış kurallarla ve kuralları çiğneyenlere uygulanan yaptırımlarla aşırılıkları ve taşkınlıkları dizginler. Bireylerin birbirleriyle çatışmalarına neden olan olaylar, onların yapıp etmelerini yöneten değerlerin türünden kaynaklanır. Bireylerin yapıp etmeleri ise hem yüksek hem de araç değerler tarafından yönetilmektedir. Eğer bireylerin yapıp etmeleri yalnız araç değerler tarafından yönetilir ve yüksek değerler bir kenara itilirse o zaman bireyler arasında kavga ve çatışma başlar. Devletin temel görevlerinden biri de bu çatışmaları yatıştırmak ve ortadan kaldırmaktır. Devlet bu çatışmaları önlemek için önce uyguladığı eğitim sistemiyle insanların varlık koşullarını geliştirir ve onları
özgürlüklerin ve yüksek değerlerin bilgisine eriştirir. Gerektiğinde, onlardan yoksun olmak tehlikesi baş gösterdiğinde de onları bu değerleri savunabilecek bir yetkinliğe eriştirir.
İşte antropolojiyi temel alan felsefe, insanlara, devletin koyduğu normların ve formel düzenlemelerin ötesinde insanların varlık koşullarında ve ortak niteliklerinde temelini bulan bir ortak zemin vadetmektedir. Felsefe, aslında insanın insanla diyaloğundan ortaya çıkmaktadır. Hatta felsefe, bütün bir kültür hayatının; içine edebiyatı, sanatı hatta dini de alacak şekilde bir diyaloğun üst bir biçimde gerçekleştiği yerdir. O halde birlikte yaşama, birlikte inşa etme ve birlikte bir söylem oluşturma söz konusu olduğunda felsefenin işlev alanına girmekteyiz. Birlikte yaşama konusu, bizim gibi düşünmeyen ve görünüşte bize benzemeyen insanlarla sadece bir yeri, bir hukuki zemini veya bir politik düzeni paylaşmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Birlikte yaşama, esasında başkasına kendinde yer açmaktır. Yani benden başkalarına açılan kapı, aynı zamanda benim kendi iç dünyamda kendime açılan bir kapı olmalıdır. Bu da sonuçta aynı varlık koşullarına, aynı temel insan niteliklerine sahip olduğumuzu fark etmekle mümkündür.
İnsan ancak dili sayesinde başka insanlarla ilişki kurar; gördüğü, bildiği, düşündüğü, hissettiği, anladığı her şeyi başka insanlara dil ile bildirir. Bizler toplumların dünya görüşlerini ve kültürlerini dil yardımıyla tanırız. Dilin yanısıra sevgi de insan eylemlerini yöneten değerlerden biridir. Sevgi, bünyesinde iki temel eylemi barındırır: isteme ve kendini bir şeye verme. İnsan ve başkası arasındaki sevginin çeşitli türleri vardır. Bunun ilk basamağı da insanın kendi cinsinden olan varlıklara sevgisidir.
Eğitime gelince, tarihsel bir varlık olarak insanın ortaya koyduğu başarılar eğitim yoluyla kuşaktan kuşağa devredilir ve devralınır. Her kuşak böyle başarılar dünyası içinde yetişir, gelişir ve kendisi de onlara yenilerini katar. Eğer çağın düşünce dünyasında doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık egemense o zaman o toplumda böyle insanların örnekliği saygınlık kazanır. Fakat çağın düşünce dünyası bozulmuşsa bu durumda aldatma, kayırma ve tembellikle tanınan insanlar topluma örnek olur ve olumlu olan örnekler gündemin dışında kalır. Devlet ise insanların oluşturduğu en genel birlikte yaşama organizasyonudur. Devlet belli bir halkın bir aktivite, bir düzen formudur. Devletin temeli insanın iyiye ve kötüye yatkınlığı olan iki kutuplu bir varlık olmasına dayanır. Eğer insan yalnız kötü ya da yalnız iyi olsaydı o zaman devletin varlığına gerek kalmazdı. Birinci halde insan kötü olanı kötü olduğu için yapan şeytani bir varlık olurdu ve böyle bir insanın hareketlerini dizginlemek mümkün olmazdı. İkinci halde ise insan kavgasız, gürültüsüz, çatışmasız yaşardı. İnsanın bu iki kutuplu doğasını göz önüne alan devlet yazılmış veya yazılmamış kurallarla ve kuralları çiğneyenlere uygulanan yaptırımlarla aşırılıkları ve taşkınlıkları dizginler. Bireylerin birbirleriyle çatışmalarına neden olan olaylar, onların yapıp etmelerini yöneten değerlerin türünden kaynaklanır. Bireylerin yapıp etmeleri ise hem yüksek hem de araç değerler tarafından yönetilmektedir. Eğer bireylerin yapıp etmeleri yalnız araç değerler tarafından yönetilir ve yüksek değerler bir kenara itilirse o zaman bireyler arasında kavga ve çatışma başlar. Devletin temel görevlerinden biri de bu çatışmaları yatıştırmak ve ortadan kaldırmaktır. Devlet bu çatışmaları önlemek için önce uyguladığı eğitim sistemiyle insanların varlık koşullarını geliştirir ve onları
özgürlüklerin ve yüksek değerlerin bilgisine eriştirir. Gerektiğinde, onlardan yoksun olmak tehlikesi baş gösterdiğinde de onları bu değerleri savunabilecek bir yetkinliğe eriştirir.
İşte antropolojiyi temel alan felsefe, insanlara, devletin koyduğu normların ve formel düzenlemelerin ötesinde insanların varlık koşullarında ve ortak niteliklerinde temelini bulan bir ortak zemin vadetmektedir. Felsefe, aslında insanın insanla diyaloğundan ortaya çıkmaktadır. Hatta felsefe, bütün bir kültür hayatının; içine edebiyatı, sanatı hatta dini de alacak şekilde bir diyaloğun üst bir biçimde gerçekleştiği yerdir. O halde birlikte yaşama, birlikte inşa etme ve birlikte bir söylem oluşturma söz konusu olduğunda felsefenin işlev alanına girmekteyiz. Birlikte yaşama konusu, bizim gibi düşünmeyen ve görünüşte bize benzemeyen insanlarla sadece bir yeri, bir hukuki zemini veya bir politik düzeni paylaşmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Birlikte yaşama, esasında başkasına kendinde yer açmaktır. Yani benden başkalarına açılan kapı, aynı zamanda benim kendi iç dünyamda kendime açılan bir kapı olmalıdır. Bu da sonuçta aynı varlık koşullarına, aynı temel insan niteliklerine sahip olduğumuzu fark etmekle mümkündür.
İnsan kavramı, insana özgü temel niteliklerin bütününü bünyesinde barındırır. Konuşan, düşünen, bilen, irade ortaya koyan, öngören, değerlerle ilgili olan, sanat yapan gibi temel insan nitelikleri insan kavramının kapsamı içerisindedir. Bilimsel toplantımızın ana konusu “birlikte yaşama” olduğu için bu çalışmamızda birlikte yaşama konu olan ve birliktelik ya da karşılıklılık bildiren temel insan eylemlerini ön plana çıkardık. Bu tür eylemleri, felsefi antropoloji bağlamında, insanın varlık bütünlüğü içerisinde ve diğer insan nitelikleriyle de ilişkili olarak konuşan, seven, eğiten ya da eğitilen ve devlet kuran olmak üzere başlıca dört başlık altında inceledik.
İnsan ancak dili sayesinde başka insanlarla ilişki kurar; gördüğü, bildiği, düşündüğü, hissettiği, anladığı her şeyi başka insanlara dil ile bildirir. Bizler toplumların dünya görüşlerini ve kültürlerini dil yardımıyla tanırız. Dilin yanısıra sevgi de insan eylemlerini yöneten değerlerden biridir. Sevgi, bünyesinde iki temel eylemi barındırır: isteme ve kendini bir şeye verme. İnsan ve başkası arasındaki sevginin çeşitli türleri vardır. Bunun ilk basamağı da insanın kendi cinsinden olan varlıklara sevgisidir.
Eğitime gelince, tarihsel bir varlık olarak insanın ortaya koyduğu başarılar eğitim yoluyla kuşaktan kuşağa devredilir ve devralınır. Her kuşak böyle başarılar dünyası içinde yetişir, gelişir ve kendisi de onlara yenilerini katar. Eğer çağın düşünce dünyasında doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık egemense o zaman o toplumda böyle insanların örnekliği saygınlık kazanır. Fakat çağın düşünce dünyası bozulmuşsa bu durumda aldatma, kayırma ve tembellikle tanınan insanlar topluma örnek olur ve olumlu olan örnekler gündemin dışında kalır. Devlet ise insanların oluşturduğu en genel birlikte yaşama organizasyonudur. Devlet belli bir halkın bir aktivite, bir düzen formudur. Devletin temeli insanın iyiye ve kötüye yatkınlığı olan iki kutuplu bir varlık olmasına dayanır. Eğer insan yalnız kötü ya da yalnız iyi olsaydı o zaman devletin varlığına gerek kalmazdı. Birinci halde insan kötü olanı kötü olduğu için yapan şeytani bir varlık olurdu ve böyle bir insanın hareketlerini dizginlemek mümkün olmazdı. İkinci halde ise insan kavgasız, gürültüsüz, çatışmasız yaşardı. İnsanın bu iki kutuplu doğasını göz önüne alan devlet yazılmış veya yazılmamış kurallarla ve kuralları çiğneyenlere uygulanan yaptırımlarla aşırılıkları ve taşkınlıkları dizginler. Bireylerin birbirleriyle çatışmalarına neden olan olaylar, onların yapıp etmelerini yöneten değerlerin türünden kaynaklanır. Bireylerin yapıp etmeleri ise hem yüksek hem de araç değerler tarafından yönetilmektedir. Eğer bireylerin yapıp etmeleri yalnız araç değerler tarafından yönetilir ve yüksek değerler bir kenara itilirse o zaman bireyler arasında kavga ve çatışma başlar. Devletin temel görevlerinden biri de bu çatışmaları yatıştırmak ve ortadan kaldırmaktır. Devlet bu çatışmaları önlemek için önce uyguladığı eğitim sistemiyle insanların varlık koşullarını geliştirir ve onları
özgürlüklerin ve yüksek değerlerin bilgisine eriştirir. Gerektiğinde, onlardan yoksun olmak tehlikesi baş gösterdiğinde de onları bu değerleri savunabilecek bir yetkinliğe eriştirir.
İşte antropolojiyi temel alan felsefe, insanlara, devletin koyduğu normların ve formel düzenlemelerin ötesinde insanların varlık koşullarında ve ortak niteliklerinde temelini bulan bir ortak zemin vadetmektedir. Felsefe, aslında insanın insanla diyaloğundan ortaya çıkmaktadır. Hatta felsefe, bütün bir kültür hayatının; içine edebiyatı, sanatı hatta dini de alacak şekilde bir diyaloğun üst bir biçimde gerçekleştiği yerdir. O halde birlikte yaşama, birlikte inşa etme ve birlikte bir söylem oluşturma söz konusu olduğunda felsefenin işlev alanına girmekteyiz. Birlikte yaşama konusu, bizim gibi düşünmeyen ve görünüşte bize benzemeyen insanlarla sadece bir yeri, bir hukuki zemini veya bir politik düzeni paylaşmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Birlikte yaşama, esasında başkasına kendinde yer açmaktır. Yani benden başkalarına açılan kapı, aynı zamanda benim kendi iç dünyamda kendime açılan bir kapı olmalıdır. Bu da sonuçta aynı varlık koşullarına, aynı temel insan niteliklerine sahip olduğumuzu fark etmekle mümkündür.
İnsan ancak dili sayesinde başka insanlarla ilişki kurar; gördüğü, bildiği, düşündüğü, hissettiği, anladığı her şeyi başka insanlara dil ile bildirir. Bizler toplumların dünya görüşlerini ve kültürlerini dil yardımıyla tanırız. Dilin yanısıra sevgi de insan eylemlerini yöneten değerlerden biridir. Sevgi, bünyesinde iki temel eylemi barındırır: isteme ve kendini bir şeye verme. İnsan ve başkası arasındaki sevginin çeşitli türleri vardır. Bunun ilk basamağı da insanın kendi cinsinden olan varlıklara sevgisidir.
Eğitime gelince, tarihsel bir varlık olarak insanın ortaya koyduğu başarılar eğitim yoluyla kuşaktan kuşağa devredilir ve devralınır. Her kuşak böyle başarılar dünyası içinde yetişir, gelişir ve kendisi de onlara yenilerini katar. Eğer çağın düşünce dünyasında doğruluk, dürüstlük ve çalışkanlık egemense o zaman o toplumda böyle insanların örnekliği saygınlık kazanır. Fakat çağın düşünce dünyası bozulmuşsa bu durumda aldatma, kayırma ve tembellikle tanınan insanlar topluma örnek olur ve olumlu olan örnekler gündemin dışında kalır. Devlet ise insanların oluşturduğu en genel birlikte yaşama organizasyonudur. Devlet belli bir halkın bir aktivite, bir düzen formudur. Devletin temeli insanın iyiye ve kötüye yatkınlığı olan iki kutuplu bir varlık olmasına dayanır. Eğer insan yalnız kötü ya da yalnız iyi olsaydı o zaman devletin varlığına gerek kalmazdı. Birinci halde insan kötü olanı kötü olduğu için yapan şeytani bir varlık olurdu ve böyle bir insanın hareketlerini dizginlemek mümkün olmazdı. İkinci halde ise insan kavgasız, gürültüsüz, çatışmasız yaşardı. İnsanın bu iki kutuplu doğasını göz önüne alan devlet yazılmış veya yazılmamış kurallarla ve kuralları çiğneyenlere uygulanan yaptırımlarla aşırılıkları ve taşkınlıkları dizginler. Bireylerin birbirleriyle çatışmalarına neden olan olaylar, onların yapıp etmelerini yöneten değerlerin türünden kaynaklanır. Bireylerin yapıp etmeleri ise hem yüksek hem de araç değerler tarafından yönetilmektedir. Eğer bireylerin yapıp etmeleri yalnız araç değerler tarafından yönetilir ve yüksek değerler bir kenara itilirse o zaman bireyler arasında kavga ve çatışma başlar. Devletin temel görevlerinden biri de bu çatışmaları yatıştırmak ve ortadan kaldırmaktır. Devlet bu çatışmaları önlemek için önce uyguladığı eğitim sistemiyle insanların varlık koşullarını geliştirir ve onları
özgürlüklerin ve yüksek değerlerin bilgisine eriştirir. Gerektiğinde, onlardan yoksun olmak tehlikesi baş gösterdiğinde de onları bu değerleri savunabilecek bir yetkinliğe eriştirir.
İşte antropolojiyi temel alan felsefe, insanlara, devletin koyduğu normların ve formel düzenlemelerin ötesinde insanların varlık koşullarında ve ortak niteliklerinde temelini bulan bir ortak zemin vadetmektedir. Felsefe, aslında insanın insanla diyaloğundan ortaya çıkmaktadır. Hatta felsefe, bütün bir kültür hayatının; içine edebiyatı, sanatı hatta dini de alacak şekilde bir diyaloğun üst bir biçimde gerçekleştiği yerdir. O halde birlikte yaşama, birlikte inşa etme ve birlikte bir söylem oluşturma söz konusu olduğunda felsefenin işlev alanına girmekteyiz. Birlikte yaşama konusu, bizim gibi düşünmeyen ve görünüşte bize benzemeyen insanlarla sadece bir yeri, bir hukuki zemini veya bir politik düzeni paylaşmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Birlikte yaşama, esasında başkasına kendinde yer açmaktır. Yani benden başkalarına açılan kapı, aynı zamanda benim kendi iç dünyamda kendime açılan bir kapı olmalıdır. Bu da sonuçta aynı varlık koşullarına, aynı temel insan niteliklerine sahip olduğumuzu fark etmekle mümkündür.