Mâtüridî Kelam Sisteminde Düşünce, Fikir ve İnanç Özgürlüğü Mâtüridî Kelam Sisteminde Düşünce, Fikir ve İnanç Özgürlüğü
Xülasə
Ebu Mansur el-Mâturidi (ö. 944), İslam düşüncesinin teşekkül ettiği ilk dönem âlimlerinden birisidir ve Mâturidiyye adıyla bilinen büyük bir teolojik ekolün da kurucusu olarak bilinmektedir. O, İslam dünyasının birçok gelişme ve değişmelere sahne olduğu, değişik görüşlerin, itikadi, siyasi ve mezhebi akımların ortaya çıktığı ve bu bağlamda birçok itikadi ve sosyal problemlerin zuhur ettiği, siyasi kargaşaların yaşandığı bir dönemde yaşamıştır.
Mâturidi, böyle bir dönemde kendisine özgu metot ve yorumlarıyla farklı görüşler arasında uzlaşma noktaları oluşturmaya çalışmış, aşırılığa karşı durmuş, böylece İslam ilim ve tefekkürünün gelişimine, İslam inancının sistemleştirilmesine, itikadi ve fikri istikrarın oluşumuna hizmet etmiştir. Mâturidi, çeşitli din ve düşünce akımlarına karşı, mensup olduğu İslam dininin inanç sistemini ortaya koyup savunmuş, problemi meselelere hem aklî hem de naklî yaklaşımlar getirmiştir. Mâturidi’nin Kitabüt-Tevhid ve Te’vilatü’l-Kur’an adlı eserlerinde tartışmalı meselelere getirdiği açıklama ve yorumlar, onun nasıl bir fikri ve ilmi mücadele gösterdiği göstermesi bakımından anlamlı olmakla birlikte, hiçbir zaman şiddete, ayrımcılığa, köktendinciliğe, beğenmediği fikir mensuplarını adeta ortadan kaldırıp yok etmeye çalışmadığı, aksine akılla nakli bağdaştıran, ikna edici ve özgürlükçü bir metot izlediğini açıkça görmek mümkündür.
Mâturidi, kelamî ve sosyal problemlerin çözümünde akla ve istidlale büyük önem vermekte ve akıl yürütmenin gerekliliği konusunda şöyle demektedir: “İnsan akla en elverişli olanını araştırmak, iyi ve güzel olanları tercih edip bunlara aykırı düşenlerden sakınmakla görevli kılınmıştır. Bu hususları bilmenin yolu ise nesne ve olayları incelemek suretiyle aklı kullanmaktan ibarettir, zaten başka bir yöntem de mevcut değildir. Ayrıca tutarlı bir inanç oluşturmada akıl başrolü oynadığı gibi, gerek ameli gerekse ahlaki yönüyle dengeli bir “dini yaşam” ortaya koymada yine akla büyük görevler düşmektedir. Zira aklî ilkelerle tespit ve tesis edilmeyen bir inanç sistemi, dengeli ve cazip bir ahlaki hayatın yaşanmasına da engel teşkil eder.”
Böylece Mâturidi kelam düşünce metodunun temelinde var olan çeşitli inanç, fikir ve düşüncelere açık, özgürlükçü ve liberal-rasyonel yöntem sayesinde Mâturidiliğin yayıldığı bölgeler huzur içerisinde, çeşitli inanç ve mezhep mensuplarının bir arada yaşadığını, medeni toplum niteliği taşıdığını görmek mümkündür. Bu gelişmenin en iyi örneği, Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi temel İslami bilimlerin ana merkezi Mekke, Medine, Şam gibi bölgeler olmasına rağmen hadis, tefsir, fıkıh, kelam, felsefe, tıp eserlerinin Buhari, Tirmizi, Muslim, İbn Sina, Farabî, Nesefî gibi Maveraünnehir’de yetişen Türk İslam âlimleri tarafından yazılmış olmasıdır.
Mâturidi kelam düşüncesinin hâkim olduğu bölgedeki ilim merkezlerinde kelamî, felsefi münakaşalar tutuculuktan uzak, özgür bir ortam içerisinde ve ilmi ölçüler dâhilinde yapılıyordu.
Özellikle Maveraünnehir bölgesi âlimlerin bir araya gelip toplandıkları bir merkez durumundaydı. Medreseler ve camiler birer kültür merkezi haline gelmişti. Bundan dolayıdır ki, tarihçiler büyük İslami kalkınma hamlesinin, Maveraünnehir bölgesindeki medreselerden başladığı görüşünde birleşirler.
Mâturidi, böyle bir dönemde kendisine özgu metot ve yorumlarıyla farklı görüşler arasında uzlaşma noktaları oluşturmaya çalışmış, aşırılığa karşı durmuş, böylece İslam ilim ve tefekkürünün gelişimine, İslam inancının sistemleştirilmesine, itikadi ve fikri istikrarın oluşumuna hizmet etmiştir. Mâturidi, çeşitli din ve düşünce akımlarına karşı, mensup olduğu İslam dininin inanç sistemini ortaya koyup savunmuş, problemi meselelere hem aklî hem de naklî yaklaşımlar getirmiştir. Mâturidi’nin Kitabüt-Tevhid ve Te’vilatü’l-Kur’an adlı eserlerinde tartışmalı meselelere getirdiği açıklama ve yorumlar, onun nasıl bir fikri ve ilmi mücadele gösterdiği göstermesi bakımından anlamlı olmakla birlikte, hiçbir zaman şiddete, ayrımcılığa, köktendinciliğe, beğenmediği fikir mensuplarını adeta ortadan kaldırıp yok etmeye çalışmadığı, aksine akılla nakli bağdaştıran, ikna edici ve özgürlükçü bir metot izlediğini açıkça görmek mümkündür.
Mâturidi, kelamî ve sosyal problemlerin çözümünde akla ve istidlale büyük önem vermekte ve akıl yürütmenin gerekliliği konusunda şöyle demektedir: “İnsan akla en elverişli olanını araştırmak, iyi ve güzel olanları tercih edip bunlara aykırı düşenlerden sakınmakla görevli kılınmıştır. Bu hususları bilmenin yolu ise nesne ve olayları incelemek suretiyle aklı kullanmaktan ibarettir, zaten başka bir yöntem de mevcut değildir. Ayrıca tutarlı bir inanç oluşturmada akıl başrolü oynadığı gibi, gerek ameli gerekse ahlaki yönüyle dengeli bir “dini yaşam” ortaya koymada yine akla büyük görevler düşmektedir. Zira aklî ilkelerle tespit ve tesis edilmeyen bir inanç sistemi, dengeli ve cazip bir ahlaki hayatın yaşanmasına da engel teşkil eder.”
Böylece Mâturidi kelam düşünce metodunun temelinde var olan çeşitli inanç, fikir ve düşüncelere açık, özgürlükçü ve liberal-rasyonel yöntem sayesinde Mâturidiliğin yayıldığı bölgeler huzur içerisinde, çeşitli inanç ve mezhep mensuplarının bir arada yaşadığını, medeni toplum niteliği taşıdığını görmek mümkündür. Bu gelişmenin en iyi örneği, Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi temel İslami bilimlerin ana merkezi Mekke, Medine, Şam gibi bölgeler olmasına rağmen hadis, tefsir, fıkıh, kelam, felsefe, tıp eserlerinin Buhari, Tirmizi, Muslim, İbn Sina, Farabî, Nesefî gibi Maveraünnehir’de yetişen Türk İslam âlimleri tarafından yazılmış olmasıdır.
Mâturidi kelam düşüncesinin hâkim olduğu bölgedeki ilim merkezlerinde kelamî, felsefi münakaşalar tutuculuktan uzak, özgür bir ortam içerisinde ve ilmi ölçüler dâhilinde yapılıyordu.
Özellikle Maveraünnehir bölgesi âlimlerin bir araya gelip toplandıkları bir merkez durumundaydı. Medreseler ve camiler birer kültür merkezi haline gelmişti. Bundan dolayıdır ki, tarihçiler büyük İslami kalkınma hamlesinin, Maveraünnehir bölgesindeki medreselerden başladığı görüşünde birleşirler.
Ebu Mansur el-Mâturidi (ö. 944), İslam düşüncesinin teşekkül ettiği ilk dönem âlimlerinden birisidir ve Mâturidiyye adıyla bilinen büyük bir teolojik ekolün da kurucusu olarak bilinmektedir. O, İslam dünyasının birçok gelişme ve değişmelere sahne olduğu, değişik görüşlerin, itikadi, siyasi ve mezhebi akımların ortaya çıktığı ve bu bağlamda birçok itikadi ve sosyal problemlerin zuhur ettiği, siyasi kargaşaların yaşandığı bir dönemde yaşamıştır.
Mâturidi, böyle bir dönemde kendisine özgu metot ve yorumlarıyla farklı görüşler arasında uzlaşma noktaları oluşturmaya çalışmış, aşırılığa karşı durmuş, böylece İslam ilim ve tefekkürünün gelişimine, İslam inancının sistemleştirilmesine, itikadi ve fikri istikrarın oluşumuna hizmet etmiştir. Mâturidi, çeşitli din ve düşünce akımlarına karşı, mensup olduğu İslam dininin inanç sistemini ortaya koyup savunmuş, problemi meselelere hem aklî hem de naklî yaklaşımlar getirmiştir. Mâturidi’nin Kitabüt-Tevhid ve Te’vilatü’l-Kur’an adlı eserlerinde tartışmalı meselelere getirdiği açıklama ve yorumlar, onun nasıl bir fikri ve ilmi mücadele gösterdiği göstermesi bakımından anlamlı olmakla birlikte, hiçbir zaman şiddete, ayrımcılığa, köktendinciliğe, beğenmediği fikir mensuplarını adeta ortadan kaldırıp yok etmeye çalışmadığı, aksine akılla nakli bağdaştıran, ikna edici ve özgürlükçü bir metot izlediğini açıkça görmek mümkündür.
Mâturidi, kelamî ve sosyal problemlerin çözümünde akla ve istidlale büyük önem vermekte ve akıl yürütmenin gerekliliği konusunda şöyle demektedir: “İnsan akla en elverişli olanını araştırmak, iyi ve güzel olanları tercih edip bunlara aykırı düşenlerden sakınmakla görevli kılınmıştır. Bu hususları bilmenin yolu ise nesne ve olayları incelemek suretiyle aklı kullanmaktan ibarettir, zaten başka bir yöntem de mevcut değildir. Ayrıca tutarlı bir inanç oluşturmada akıl başrolü oynadığı gibi, gerek ameli gerekse ahlaki yönüyle dengeli bir “dini yaşam” ortaya koymada yine akla büyük görevler düşmektedir. Zira aklî ilkelerle tespit ve tesis edilmeyen bir inanç sistemi, dengeli ve cazip bir ahlaki hayatın yaşanmasına da engel teşkil eder.”
Böylece Mâturidi kelam düşünce metodunun temelinde var olan çeşitli inanç, fikir ve düşüncelere açık, özgürlükçü ve liberal-rasyonel yöntem sayesinde Mâturidiliğin yayıldığı bölgeler huzur içerisinde, çeşitli inanç ve mezhep mensuplarının bir arada yaşadığını, medeni toplum niteliği taşıdığını görmek mümkündür. Bu gelişmenin en iyi örneği, Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi temel İslami bilimlerin ana merkezi Mekke, Medine, Şam gibi bölgeler olmasına rağmen hadis, tefsir, fıkıh, kelam, felsefe, tıp eserlerinin Buhari, Tirmizi, Muslim, İbn Sina, Farabî, Nesefî gibi Maveraünnehir’de yetişen Türk İslam âlimleri tarafından yazılmış olmasıdır.
Mâturidi kelam düşüncesinin hâkim olduğu bölgedeki ilim merkezlerinde kelamî, felsefi münakaşalar tutuculuktan uzak, özgür bir ortam içerisinde ve ilmi ölçüler dâhilinde yapılıyordu.
Özellikle Maveraünnehir bölgesi âlimlerin bir araya gelip toplandıkları bir merkez durumundaydı. Medreseler ve camiler birer kültür merkezi haline gelmişti. Bundan dolayıdır ki, tarihçiler büyük İslami kalkınma hamlesinin, Maveraünnehir bölgesindeki medreselerden başladığı görüşünde birleşirler.
Mâturidi, böyle bir dönemde kendisine özgu metot ve yorumlarıyla farklı görüşler arasında uzlaşma noktaları oluşturmaya çalışmış, aşırılığa karşı durmuş, böylece İslam ilim ve tefekkürünün gelişimine, İslam inancının sistemleştirilmesine, itikadi ve fikri istikrarın oluşumuna hizmet etmiştir. Mâturidi, çeşitli din ve düşünce akımlarına karşı, mensup olduğu İslam dininin inanç sistemini ortaya koyup savunmuş, problemi meselelere hem aklî hem de naklî yaklaşımlar getirmiştir. Mâturidi’nin Kitabüt-Tevhid ve Te’vilatü’l-Kur’an adlı eserlerinde tartışmalı meselelere getirdiği açıklama ve yorumlar, onun nasıl bir fikri ve ilmi mücadele gösterdiği göstermesi bakımından anlamlı olmakla birlikte, hiçbir zaman şiddete, ayrımcılığa, köktendinciliğe, beğenmediği fikir mensuplarını adeta ortadan kaldırıp yok etmeye çalışmadığı, aksine akılla nakli bağdaştıran, ikna edici ve özgürlükçü bir metot izlediğini açıkça görmek mümkündür.
Mâturidi, kelamî ve sosyal problemlerin çözümünde akla ve istidlale büyük önem vermekte ve akıl yürütmenin gerekliliği konusunda şöyle demektedir: “İnsan akla en elverişli olanını araştırmak, iyi ve güzel olanları tercih edip bunlara aykırı düşenlerden sakınmakla görevli kılınmıştır. Bu hususları bilmenin yolu ise nesne ve olayları incelemek suretiyle aklı kullanmaktan ibarettir, zaten başka bir yöntem de mevcut değildir. Ayrıca tutarlı bir inanç oluşturmada akıl başrolü oynadığı gibi, gerek ameli gerekse ahlaki yönüyle dengeli bir “dini yaşam” ortaya koymada yine akla büyük görevler düşmektedir. Zira aklî ilkelerle tespit ve tesis edilmeyen bir inanç sistemi, dengeli ve cazip bir ahlaki hayatın yaşanmasına da engel teşkil eder.”
Böylece Mâturidi kelam düşünce metodunun temelinde var olan çeşitli inanç, fikir ve düşüncelere açık, özgürlükçü ve liberal-rasyonel yöntem sayesinde Mâturidiliğin yayıldığı bölgeler huzur içerisinde, çeşitli inanç ve mezhep mensuplarının bir arada yaşadığını, medeni toplum niteliği taşıdığını görmek mümkündür. Bu gelişmenin en iyi örneği, Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi temel İslami bilimlerin ana merkezi Mekke, Medine, Şam gibi bölgeler olmasına rağmen hadis, tefsir, fıkıh, kelam, felsefe, tıp eserlerinin Buhari, Tirmizi, Muslim, İbn Sina, Farabî, Nesefî gibi Maveraünnehir’de yetişen Türk İslam âlimleri tarafından yazılmış olmasıdır.
Mâturidi kelam düşüncesinin hâkim olduğu bölgedeki ilim merkezlerinde kelamî, felsefi münakaşalar tutuculuktan uzak, özgür bir ortam içerisinde ve ilmi ölçüler dâhilinde yapılıyordu.
Özellikle Maveraünnehir bölgesi âlimlerin bir araya gelip toplandıkları bir merkez durumundaydı. Medreseler ve camiler birer kültür merkezi haline gelmişti. Bundan dolayıdır ki, tarihçiler büyük İslami kalkınma hamlesinin, Maveraünnehir bölgesindeki medreselerden başladığı görüşünde birleşirler.