Proceedings

Güzelleme Edebiyatının Güzide Örneklerinden ""Birlikte Yaşama Tecrübesi"": Türkiye'nin Müstakbel "Welfare Queen"i Suriyeliler Güzelleme Edebiyatının Güzide Örneklerinden ""Birlikte Yaşama Tecrübesi"": Türkiye'nin Müstakbel "Welfare Queen"i Suriyeliler

Ramazan Ramazan Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Author

Abstract

Günümüzde yaşanan insan hareketliliği, travmatik yönleri sebebiyle kitlesel olarak meydana gelen zorunlu göçleri göz ardı etsek dahi, tüm dünyanın kozmopolit bir yapıya doğru evrildiğini göstermektedir. Küreselleşmenin etkisiyle yetişen nesillerin kendi atalarının değerlerinden ziyade çağının değerlerini taşıyan, yani dikey kimlik modelinin kazandırdıklarından ziyade yatay kimliğin getirdiği kazanımlara sahip oldukları araştırmalara konu olmaktadır. Bu bağlamda yenidünyanın, ulus devletlerin inşa edilmesinin moda olduğu dönemlerden farklı beklentiler içinde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu noktada inşa edilmesi gereken toplum modelinin ölçüleri ve bu ölçülerin belirleyenleri kalıp yargılardan kurtarılarak, kapsamlı bir şekilde ele alınmalıdır.
Toplumsal uzlaşının temelinde bulunması gereken ilkeler neler olmalıdır? Bu soru bir toplumun birlikte yaşayabilmesinin ya da çatışmasının imkânını belirleyen temel ölçütleri irdelememizi sağlayacak cevapları bize sunar. Elbette bu soruyu kısacave üstünkörü cevaplamak yalnızca işin kolayına kaçmaktır. İnsanlar arasında çeşitli farklılıkların olduğu ve yüzyıllar boyunca da bu farklılıkların derin yaralar açtığı bir dünyada birlikte yaşamanın imkânından bahsetmemiz ne kadar mümkün? Yine insanların bir arada yaşadıkları elbette tarihi olarak ortada olan ve inkâr edilemeyecek bir gerçekken, çeşitli tecrübelerin varlığını inkâr etmemiz de ne kadar mümkün? Burada irdelenmesi gereken husus bu birlikteliğin ölçülerinin geçmişte neler olduğu ve günümüzde de ne olması gerektiğidir. Örneğin toplumsal uzlaşının temeline yerleştirmemiz gereken ilke hoşgörü mü olmalıdır? Hoş görmek bir erdem midir? Geçmişte birlikte yaşadığımız milletlerle kurulan ilişki düzeyi hoş görmeye dayalı bir ilişki biçimi miydi? Acaba hoş görülen için bu ilişki biçimi yeterli midir yoksa küçük düşüren bir yönü var mıdır? Her zaman hâkim unsurun bakış açısıyla ele alınan birlikte yaşama konusunun daha tutarlı bir zemine oturması için tüm tarafların görüşlerine yer verilmesine ve benzer pek çok sorunun cevaplanmasına ihtiyaç vardır.
Tebliğimizde ülkemizin yaşamakta olduğu süreci yani çeşitli kesimler tarafından tehdit algısı inşa edilmesine rağmen dokuzuncu yılını sağ salim geride bıraktığımız Suriye iç savaşını ve ülkemize yönelen zorunlu kitlesel göçü ele alarak, inşa edilen Suriyeli algısını inceleyeceğiz. Öteki kavramını incelerken kaçınılmaz olan toplumlar arasındaki geçmiş yaşanmışlıkları, inşa edilmiş algıları, bunların günümüze olan etkilerini, günümüzde yaşanan süreci ve yine devam etmesi istenen hâkim otorite kaygısını ele almaya çalışacağız.
Günümüzde yaşanan insan hareketliliği, travmatik yönleri sebebiyle kitlesel olarak meydana gelen zorunlu göçleri göz ardı etsek dahi, tüm dünyanın kozmopolit bir yapıya doğru evrildiğini göstermektedir. Küreselleşmenin etkisiyle yetişen nesillerin kendi atalarının değerlerinden ziyade çağının değerlerini taşıyan, yani dikey kimlik modelinin kazandırdıklarından ziyade yatay kimliğin getirdiği kazanımlara sahip oldukları araştırmalara konu olmaktadır. Bu bağlamda yenidünyanın, ulus devletlerin inşa edilmesinin moda olduğu dönemlerden farklı beklentiler içinde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu noktada inşa edilmesi gereken toplum modelinin ölçüleri ve bu ölçülerin belirleyenleri kalıp yargılardan kurtarılarak, kapsamlı bir şekilde ele alınmalıdır.
Toplumsal uzlaşının temelinde bulunması gereken ilkeler neler olmalıdır? Bu soru bir toplumun birlikte yaşayabilmesinin ya da çatışmasının imkânını belirleyen temel ölçütleri irdelememizi sağlayacak cevapları bize sunar. Elbette bu soruyu kısacave üstünkörü cevaplamak yalnızca işin kolayına kaçmaktır. İnsanlar arasında çeşitli farklılıkların olduğu ve yüzyıllar boyunca da bu farklılıkların derin yaralar açtığı bir dünyada birlikte yaşamanın imkânından bahsetmemiz ne kadar mümkün? Yine insanların bir arada yaşadıkları elbette tarihi olarak ortada olan ve inkâr edilemeyecek bir gerçekken, çeşitli tecrübelerin varlığını inkâr etmemiz de ne kadar mümkün? Burada irdelenmesi gereken husus bu birlikteliğin ölçülerinin geçmişte neler olduğu ve günümüzde de ne olması gerektiğidir. Örneğin toplumsal uzlaşının temeline yerleştirmemiz gereken ilke hoşgörü mü olmalıdır? Hoş görmek bir erdem midir? Geçmişte birlikte yaşadığımız milletlerle kurulan ilişki düzeyi hoş görmeye dayalı bir ilişki biçimi miydi? Acaba hoş görülen için bu ilişki biçimi yeterli midir yoksa küçük düşüren bir yönü var mıdır? Her zaman hâkim unsurun bakış açısıyla ele alınan birlikte yaşama konusunun daha tutarlı bir zemine oturması için tüm tarafların görüşlerine yer verilmesine ve benzer pek çok sorunun cevaplanmasına ihtiyaç vardır.
Tebliğimizde ülkemizin yaşamakta olduğu süreci yani çeşitli kesimler tarafından tehdit algısı inşa edilmesine rağmen dokuzuncu yılını sağ salim geride bıraktığımız Suriye iç savaşını ve ülkemize yönelen zorunlu kitlesel göçü ele alarak, inşa edilen Suriyeli algısını inceleyeceğiz. Öteki kavramını incelerken kaçınılmaz olan toplumlar arasındaki geçmiş yaşanmışlıkları, inşa edilmiş algıları, bunların günümüze olan etkilerini, günümüzde yaşanan süreci ve yine devam etmesi istenen hâkim otorite kaygısını ele almaya çalışacağız.