Proceedings

İslam Tarihinde Birlikte Yaşama Kültürünün İlk Örneği Olan Sahabe Toplumunda Etnik Yapı İslam Tarihinde Birlikte Yaşama Kültürünün İlk Örneği Olan Sahabe Toplumunda Etnik Yapı

Zekeriya Zekeriya Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Author

Abstract

İnsan, doğadaki pek çok canlı türü gibi toplu yaşama kültürü sayesinde neslini devam ettirebilmiştir. İnsanlar birlikte yaşayarak, kendi aralarında yaptıkları iş bölümü sayesinde daha verimli ve gelişime açık bir sosyal çevre inşa etmiş ve bu sayede tarih boyunca önemli medeniyetler kurmuşlardır. Birlikte yaşamayı anlamlı kılan en önemli durum, topluluk içindeki kişilerin birbirlerinin farklılıklarını kabul ederek yaşamalarıdır. Bu farklılıkların da en önemlilerinden biri şüphesiz etnik farklılıklardır. Etnik farklılıklar, dünya tarihi boyunca birlikte yaşamanın önündeki en önemli engellerden bir olmuştur. Bununla birlikte, etnik farklılıklar; savaş, katliam ve soykırım gibi birçok şiddet olayına ya sebep olmuş ya da bunların bahanesi olarak gösterilmiştir.
İslam Tarihi’ne baktığımızda, gerek Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden gerekse Hz. Muhammed’in hadislerinden anlaşılmaktadır ki İslam, kavmiyetçiliği yasaklamış ve etnik farklılıkların ise Allah’ın gücünün bir göstergesi olduğunu bildirmiştir. Rum sûresi 22. âyette Allah şöyle buyurmaktadır: “Gökleri ve yeri yaratması, dil ve renklerinizin birbirinden ayrı olması da Allah’ın büyüklüğünün delillerindendir. Şüphesiz ki bunlarda,bilenler için ibretler vardır.” Bu âyetin, Hz. Muhammed dönemindeki sosyal hayata açık bir şekilde tezahür ettiğini görmekteyiz. Hz. Muhammed, İslam tarihinde birlikte yaşamanın temelini atmıştır. Onun döneminde ister Arap olsun ister başka etnik kökenden olsun herkes ümmet olarak adlandırılmış ve eşit haklara sahip olmuşlardır.
İslam’ın birlikte yaşama tecrübesi olarak ilk örneği olan sahabe toplumunda, isimleri tespit edilebilen kişilerin 120 tanesinin Arap kökenli olmadığı bilinmektedir. Bu sahabîlerin, 7’si Rumî, 8’i Kıptî, 17’si Farisî, 43’ü Yahudi ve 45’i Habeşî’dir. Bu sahabîlerden en çok bilinenleri ise Bilal bin Rabah el-Habeşî, Şukran el-Habeşî, Abdullah bin Selam bin el-Haris el-İsrailî, Zeyd bin Sa’ne el-İsrailî, Feyruz ed-Deylem, Salim bin Ma’kıl el-Farisî, Bâkum er-Rumî en-Neccar ve Ebu Rafi el-Kıbtî’dir. Bu sahabiler farklı milletlerden olsa dahi İslam toplumunda Araplarla aynı hak ve görevlere sahip olmuşlardır ve herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamışlardır. Bütün Müslümanlar kardeş sayıldığı için ne dinî hususta ne de toplumsal konularda dışlayıcı herhangi bir davranışla karşılaşmamışlardır. Hz. Muhammed’in bizzat uygulamaya koyduğu bu eşitlik anlayışı sayesinde İslam, ilk ortaya çıkışından itibaren ırkçılığı yasaklayan ve etnik farklılıkları toplumsal bir zenginlik olarak gören bir irade ortaya koymuştur. Bu sayede İslam kültürü, birlikte yaşamayı teşvik eden bir çerçevede gelişim göstermiştir. Bunun sonucunda da tarih boyunca, farklı etnik yapılardan insanların birlikte yaşadığı, Osmanlı Devleti gibi pek çok Müslüman devlet, İslam ve dünya medeniyetine önemli katkılarda bulunmuştur.
İnsan, doğadaki pek çok canlı türü gibi toplu yaşama kültürü sayesinde neslini devam ettirebilmiştir. İnsanlar birlikte yaşayarak, kendi aralarında yaptıkları iş bölümü sayesinde daha verimli ve gelişime açık bir sosyal çevre inşa etmiş ve bu sayede tarih boyunca önemli medeniyetler kurmuşlardır. Birlikte yaşamayı anlamlı kılan en önemli durum, topluluk içindeki kişilerin birbirlerinin farklılıklarını kabul ederek yaşamalarıdır. Bu farklılıkların da en önemlilerinden biri şüphesiz etnik farklılıklardır. Etnik farklılıklar, dünya tarihi boyunca birlikte yaşamanın önündeki en önemli engellerden bir olmuştur. Bununla birlikte, etnik farklılıklar; savaş, katliam ve soykırım gibi birçok şiddet olayına ya sebep olmuş ya da bunların bahanesi olarak gösterilmiştir.
İslam Tarihi’ne baktığımızda, gerek Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden gerekse Hz. Muhammed’in hadislerinden anlaşılmaktadır ki İslam, kavmiyetçiliği yasaklamış ve etnik farklılıkların ise Allah’ın gücünün bir göstergesi olduğunu bildirmiştir. Rum sûresi 22. âyette Allah şöyle buyurmaktadır: “Gökleri ve yeri yaratması, dil ve renklerinizin birbirinden ayrı olması da Allah’ın büyüklüğünün delillerindendir. Şüphesiz ki bunlarda,bilenler için ibretler vardır.” Bu âyetin, Hz. Muhammed dönemindeki sosyal hayata açık bir şekilde tezahür ettiğini görmekteyiz. Hz. Muhammed, İslam tarihinde birlikte yaşamanın temelini atmıştır. Onun döneminde ister Arap olsun ister başka etnik kökenden olsun herkes ümmet olarak adlandırılmış ve eşit haklara sahip olmuşlardır.
İslam’ın birlikte yaşama tecrübesi olarak ilk örneği olan sahabe toplumunda, isimleri tespit edilebilen kişilerin 120 tanesinin Arap kökenli olmadığı bilinmektedir. Bu sahabîlerin, 7’si Rumî, 8’i Kıptî, 17’si Farisî, 43’ü Yahudi ve 45’i Habeşî’dir. Bu sahabîlerden en çok bilinenleri ise Bilal bin Rabah el-Habeşî, Şukran el-Habeşî, Abdullah bin Selam bin el-Haris el-İsrailî, Zeyd bin Sa’ne el-İsrailî, Feyruz ed-Deylem, Salim bin Ma’kıl el-Farisî, Bâkum er-Rumî en-Neccar ve Ebu Rafi el-Kıbtî’dir. Bu sahabiler farklı milletlerden olsa dahi İslam toplumunda Araplarla aynı hak ve görevlere sahip olmuşlardır ve herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmamışlardır. Bütün Müslümanlar kardeş sayıldığı için ne dinî hususta ne de toplumsal konularda dışlayıcı herhangi bir davranışla karşılaşmamışlardır. Hz. Muhammed’in bizzat uygulamaya koyduğu bu eşitlik anlayışı sayesinde İslam, ilk ortaya çıkışından itibaren ırkçılığı yasaklayan ve etnik farklılıkları toplumsal bir zenginlik olarak gören bir irade ortaya koymuştur. Bu sayede İslam kültürü, birlikte yaşamayı teşvik eden bir çerçevede gelişim göstermiştir. Bunun sonucunda da tarih boyunca, farklı etnik yapılardan insanların birlikte yaşadığı, Osmanlı Devleti gibi pek çok Müslüman devlet, İslam ve dünya medeniyetine önemli katkılarda bulunmuştur.